20 Aralık 2014 Cumartesi

Cumartesi, Aralık 20, 2014 - No comments

IT ve Gastronomi

IT'ci arkadaşlarımla konuştukça hayretle görüyorum ki, hemen her IT'cinin güneye yerleşmek, bir cafe açmak, devekuşu yumurtası işine girmek, organik tarım yapmak gibi birbirinden yaratıcı hayalleri var. Yıllar yıllar sonra bunun IT'ciler için bir savunma mekanizması olduğunu keşfettim. Aslında hiç yapılmayacağı bilinse bile bir şekilde motivasyon sağlaması hasebiyle söylenegeliyor.
Ah be dede, 3 kuruşken neden almadın o araziyi...
E peki bu kadar çok yırtma planı yapan, her türlü know how'a kolayca ulaşabilecek bu zehir zıkkım adamlar neden bu hedeflerini gerçekleştiremiyor da 2 m2'lik bölmelerinde ömür geçiriyorlar?

Neden olacak İskender Kebap yüzünden ..
1,5 eti bol
1,5 Etibol
Tamam biraz daha baştan alalım.

Bilgi teknolojileri sektörü yapısı itibariyle yüksek rekabetin yaşandığı ve zihinsel dayanıklılığın önemli olduğu zorlu bir sektör. Tüm aktörleri günün sonunda ciddi bir yorgunluk duyuyor. İste tam da böyle zamanlarda bu ipe sapa gelmez fikirler dolduruyor zihni. "Ulan bir halı saha açsak yırtar mıyız", "trüf mantarı nasıl yetiştiriliyor" diye yazılıyor arama motorlarına.  Tüm bu aydınlanma ve  isyan süreci İskender Kebabı yiyene kadar sürüyor. Kebabı yiyen bünye gerçek dünyaya geri dönüyor.  İnegöl köfteyi yiyende rota güneyden kuzeye çevriliyor. Abagannuş bütün girişimci ruhu bir anda "ustam künefeleri de ateşle bir yandan" seviyesine indiriyor. İsyan bu haykırış, ocakbaşında son buluyor.

Özellikle tüm Türkiye'yi dolaşan bir IT'ci iseniz bu anlattıklarımı zaten biliyorsunuz. O zaman biraz hatıralarınızı canlandırıp ağzınızı sulandıralım. Güzide ülkemizin "IT ve Gastronomi" haritasına bir başlangıç yapalım.  IT ve yemek kültürünün nasıl birbirine bağlı  olduğunu bir sonradan gurme olarak il il açığa çıkaralım.

Önce legal disclaimer: Yüzeysel incelememiz İstanbul, İzmir, Ankara gibi metropolleri kapsamıyor.  Biraz Anadolu'yu gezeceğiz. Ayrıca bu yazıda bedavadan ürün yerleştirme yapılmıştır.

Adana
Genel olarak istenen düzeyde olmasa da enterprise çok sayıda firma barındıran ilimiz. IT'de fırsat var. Evet ağzınızın sulandığını görür gibiyim. Adana'da adana kebabına, diğer illerdeki gibi "Adana" değil, "kıyma" diyorlar. Bu ilimizde  kıyma, külbastı,  ciğer şiş yiyor, şalgam içiyoruz. Örneğin Yeşilkapı diye salaş demenin iltifat olacağı ilkellikte bir yerde nasıl bir kebap yapıyorlar, nasıl bir arpacık soğan közlüyorlar anlaşılır gibi değil.  10 ziyaretten sonra bile hala keşfedilecek müthiş yerler barındırıyor il.  Gelmişken Sakıp Sabancı'nın artık eski gücü kalmayan ve bir bir satılan firmalarına da uğrayabilirsiniz.  Keywordlerimiz, kebap için, Hasan Kolcuoğlu,  Onbaşılar , Kebapçı Şeyhmuz, Hasan usta, Eyvan. Ciğer için  Bedo ve Birbiçer'e gidiyoruz. Dönüşte Ali Göde'den şalgam alıyoruz ama şalgamı alt bagajda dahi uçağa almadıkları için hepsini hava alanında içip  intihar bombacısı gibi uçağa biniyoruz.

Bursa
Bursa, sınırları içindeki çok sayıdaki güçlü firma ile zaten türkiye'nin lokomotif illerinin başında. Otomotiv, makine, tekstil gibi bazı sektörler neredeyse Bursa'dan  nefes alıyor. Bu anlamda IT olarak da potansiyeli büyük. Bu vesile ile yaptığımız ziyaretlerin ilkinde tabi ki İskender Kebap, ikincisinde Kayhan Köfte, üçüncüsünde pideli köfte yiyoruz. Şimdilerde bir Köfteci Yusuf fırtınası da esiyor. Bir sürü şubesinden birinde onun da tadına bakıveriyoruz. İskender mekanı seçerken, hangi İskender geyiklerini mutlaka yapıyoruz: Efendim en iyisi orijinal İskender İskenderoğlu mu, yoksa Santral garajdaki salaş Uludağ Kebapçısı mı, yoksa Heykel'deki İskender İskenderoğlu'nun diğer oğullarından birinin Bursa Kebapçısı mı… Üçü de müthiş.  İskender İskenderoğlu'nda çaya para alıyorlar. O yüzden prensip olarak çok tutmuyorum. Müşteri ilişkileri anlamında Uludağ kebapçısı on numara.  1 saat uzaklıktaki İnegöl'e uğranıp Organize Sanayi'deki firmalar ziyaret edilirken İnegöl köfte ziyafeti de yapılabilir. Oraya gitmişken yakınlardaki Ankara yolu üzerinde  kilo ile et satılan gazete kağıtları serili tahta masalara tabaksız boca edilen Barakfakih'de et/köfte  yemeden de geçmeyin.

Kayseri
Kayseri de ekonomisi hızla gelişen illerimizden. Yemek olarak McDonalds'ı çok iyi. Şahane Mc-chicken yapıyorlar.  Ah ah, latife ediyorum efendim. Kayseri, pastırma adı ile öyle sivrilmiş ki restoranlarının esamisi okunmuyor maalesef. Ondan şaka yapayım dedim. Mantısı artık otomatikleşmiş. Kayseri'de aldığınız mantı Türkiye'deki hemen hemen tüm süpermarketlerde bulunuyor zaten. Ancak pastırmada hala yöresel fark üst düzeyde.  Merkezdeki dükkanlara girin. 50'den başlıyor, 100'e kadar çıkıyor kilosu. Tütünlük diyorlar, şöyle daha yağlı tarafında yapılmış pastırma. Ağza atınca kendi kendine infilak edip yok oluyor. Müthiş tat.  Kayseri'de proje yapamamanın acısı biraz olsun çıkıyor.

Gaziantep
Doğunun Paris'i diye boşa denmiyor. Tarihi ile, ekonomisi ile, kültürü ile hele ki mutfağı ile muhtemelen en çok IT'ci ziyaretine mazhar olan ilimiz. Muhtemelen Antep firmaları Antep dışından bu kadar çok IT firmasının kendilerini bu kadar sık ziyaret etmesine anlam veremiyordur. Artık anlamışsınızdır amaçları proje değil, Ali Nazik.
Ali Nazik, kimsin sen, ne icat ettiğinin farkında mısın?
İmam Çağdaş'ta Ali Nazik kebabı yiyoruz, çıkarken müthiş tatlılarından yaptırıyoruz.  Halil Usta'da mutlaka küşleme yiyoruz. Küşleme koyunun omurga etrafındaki sinirsiz eti. Vejetaryen arkadaşınız varsa bunu bir şekilde  yedirip acı çekmesini sağlayabilirsiniz.

Konya
Üniversiteleri ve gelişmekte olan ekonomisi ile bilişimcilerin sık sık uğradıkları illerden biri daha.  Etli ekmek yeniyor burada.  Üniversiteler ziyaret edilebilir bir yandan da.

Çanakkale'de  Kadir Usta'nın peynir tatlısı, Edirne'de mutlaka yaprak ciğer;  hazır oralara gitmişsiniz, Tekirdağ'dan geçerken köfte yememek olmaz. Madem yola çıktınız Kocaeli Derince'de E5'e yakın  Şanlıurfalı Mehmet Usta'nın ciğer ve kebapları tem'den e5'e sapıp yolu uzatmak için çok önemli bir bahane.


Yazıdan da gözükeceği gibi hızlı başladık, sonlara doğru ağız sulandıkça kısa kesip yalap şalap bitiriverdik. Aynı hayatımız gibi. Güzel bir yemek patlatıp yeniden hızlı bir başlangıç yapmaya devam. Elveda güney hayalleri. (sponsor almayı da unuttuk, görüyor musun)

Dipnot: Restoran isimlerinde, gurme arkadaşımız Mustafa Başkurt'un bilgisinden azami ölçüde yararlanılmıştır. Kendisine telefonda, "abi, İzmit'te bir ciğerci vardı, neydi adı denince "Mehmet Usta, denizciler caddesi no 21" şeklinde dönüş yapan, bu yola baş koymuş bir arkadaşımızdır. Kendisine teşekkür edip "ohaa artık" diyoruz. 
devamını oku

25 Kasım 2014 Salı

Salı, Kasım 25, 2014 - 1 comment

Big Data ve Tanrı

256 K bilgisayarlar kullanmış,  720 KB’lık DD Disketin köşesine, kızdırılmış maket bıçağı ile bir kare açarak  kapasitesini 1,44 MB'a çıkarmış ve bu disklerle bugün çok komik boyutta olan  nice veri taşımış bir nesil için big data denilen kavramın hazmı kolay değil.  36 yaşındaki bir adamın dedelerimiz gibi “bizim zamanımızda” temalı yazılar yazmasına sebep olan, son hızla giden teknolojinin nice yeni kavramından biri Big Data. Bu isim ile dünyadaki elektronik ortamdaki her tür veri kast ediliyor.
2014 yılındayız ve ancak istatistiklere bakınca anlayacağımız korkunç büyüklükte veriler üretiyoruz.

2012 rakamları ile dünyada günlük 2.5 Kentirilyon byte veri üretilmekte.  Hmm. Algılamak biraz zor oldu sanırım. Şöyle deneyelim: 2013 yılında tam 2,7 Zettabytes  veri üretmişiz. Eee, şey. Zattabytes de kafamızda büyüklük olarak fikir veremedi galiba.  Terabayt’a çevirirsek 2,89910292 × 10 üzeri 9 terabayt yapıyor. Off. Tamam vazgeçtim. Bu veriyi şu anki gündelik kavramlarla anlatmak imkansız gibi. Belki kişi bazlı istatistikler daha kolay bir algılama sağlayabilir.

2020 yılına kadar dünyadaki toplam veri miktarının 50 kat büyüyeceği düşünülüyor.  Sektörel tahminlere göre 2018 yılında tam 1 milyar insanın akıllı telefonu olacak ve Kişi başı üretilen veri miktarı günlük 2 GB’ı geçecek.

Big data’yı şöyle de anlatabiliriz. Yaşı 40’ın üzerinde olanların çocukluk fotoğraflarını alalım bir kefeye. Muhtemelen 5-10 taneyi geçmeyecektir. O da özel günlerde maalie çekildiğimiz, babamızın kalın favorili, uzun saçlı çıktığı fotoğraflar.  Diğer kefeye de  yaşı şu an 1-8 arasında olan çocuğumuzun fotoğraf sayısını koyalım.  Aradaki fark bize Big Data’yı anlatacaktır.

Fotoğraflarımız, kısa videolarımız, sunum dosyalarımız, farklı kaydet diyerek oluşturduğumuz binlerce farklı doküman,  iş dünyasındaki farklı sistemlerde, muhasebede, ERP’de, CRM’de, sosyal medyada birbirinden bağımsız ya da ilişkili olarak her geçen gün büyüyen verinin korkunçluğunu, bu verinin anlamlı bir şekilde tanımlanmasını ve analiz edilmesini kapsayan tüm süreçleri de içeren bir kavram Big Data.

Big Data dediğimizde onu işleyecek güçlü bilgisayarlar,  Business Intelligence/İşletme Zekası dediğimiz, veriyi işleme yöntemleri ve bu yöntemleri başarılı kılacak verinin temizlenmesi yani Data Tekilleştirme  kavramlarını denkleme sokmadan sonuç üretmek güç.

Teorik olarak dünyada üretilen tüm verileri işleyecek ve analiz edecek imkana sahip olsa idik (Bugün % 0,5’i  analiz ediliyor, o da birbirinden bağımsız parçalarla)  ki bu tam olarak tanrı kavramının felsefik bir tanımına denk geliyor, rahatlıkla dünyanın hakimi olabilirdiniz. Hükümetleri devirebilir, borsayı tahmin edebilir, dünyanın nüfusunu değiştirebilir, savaşlar çıkarabilir ya da durdurabilirdiniz. Küçük bir çocuğun Facebook’a yazdığı ve beklediği yeni yıl hediyesi ile duasını kabul edebilir, bir çalışanınızın ne zaman işten ayrılacağını bilebilirdiniz. (Konuyla ilgili seyredebileceğiniz şahane film : pi)
Daren Aronofsky - Pi
Gelelim tanrıcılık oynamak yerine bu büyük veriyi analiz edip ne tür somut faydalar elde edebilirize:

Amerika’da bir firma müşteri davranışlarını ölçebilmek için mağaza girişlerine ve kritik noktalara kameralar koyup belirli süre kaydediyor ve bunları pazarlama, CRM ve müşteri eğilimleri gözünden inceleyip sonuçlar çıkarıyorlar.  Müşteri mağazaya girince ne yapıyor? Önündeki rafa mı bakıyor yoksa hedefine doğru mu yürüyor? Karar verme anında ne yapıyor? İki kişi olunca mı kolay harcıyor yoksa tek başına olunca mı?  Sadece videoya kaydederek yapılan bu izleme projeleri için perakende firmaları yüzbinlerce dolar yatırım yapıyor bugün. Bu firmaların, müşterilerinin tüm hayatını görebildiğini, nerede oturduğunu, hangi takımı tuttuğunu, ayda kaç lira harcadığını, hangi markaları beğendiğini, hangi ünlüleri takip ettiğini, hangi diziyi seyrettiğini öğrenebilmek için neler yapabileceğini tahmin etmeye çalışabilirsiniz.  Ağzınızın sulandığını görür gibiyim. Sosyal medya analiz firmaları bu konuda ciddi yollar alıyorlar. Her geçen gün analiz edilen veri ve analiz parametreleri gelişiyor.

Her firmanın bir muhasebe sistemi vardır. Bu sisteme ek bir çok farklı sistem de kullanılır. Personel takip sistemi, bankalar, CRM, ERP, binlerce excel dosyası, özel iş takip yazılımları ve niceleri. Bunların hepsini analiz edip, internetteki diğer verilerle harmanlayan bir yapı olsa idi. Sisteme şunu sorabilirdik: “2015 yılında kaç çalışan ile ne kadar ciro yapacağım?”  Bugün bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok.  Orta seviye bir BI (Business Intelligence/İşletme Zekası) uygulaması bile, muhasebe verilerinden yıllık ciroları, personel verilerinden yıllık personel değişimini, bunların enflasyon ve uluslararası benzin fiyatlarıyla olan etkileşimlerini hesaplayıp, buradan çıkan denklem ile değişebilecek parametrelere göre şirketinizin nasıl büyüyüp küçüleceğini öngörebilirdi.
Big Data konulu yazıların vazgeçilmez klişe görseli
Marketlerde dondurulmuş ürünler kasanın yanındadır. Çünkü müşteri eğilimlerini izleyen bir market, dondurulmuş ürünleri mağaza girişine koyduğunda, müşterinin dondurulmuş pizzayı alıp, 15 dakika sonra alışverişini bitirirken market arabasında erimeye yüz yutan ürünü dolaba geri koyup yeni bir ürünle değiştirdiğini gözlemiş ve bu sebeple bu bölümün alışveriş sonrasında alınacak bir yer olan kasa yakınlarına koymuştur. Big Data ve analizi ile müşteri eğilimlerini görüp, izleyip, formüle edip faydaları kat kat arttırmak mümkün.

Tıp sektöründe çok büyük kanser araştırmaları için, milyonlarca bulguyu işleyen,  ve bu sisteme katılan binlerce bilgisayarın işlemci gücünü ortak kullanan araştırmalar yapılmakta. Belki de ileride şifa bulacağımız bir tedavi Big Data’nın eseri olacak.

Facebook’un şu an beta aşamasında olan bir hizmeti var.  Adı graph search.  Bildiğimiz kelimelerle yazarak  karmaşık veritabanı sorguları oluşturmamızı sağlıyor. Örneğin,  “x lisesinde okumuş, Pink Floyd seven, İstanbul’da yaşayan, bekar kadınları getir” deyip, belki de mutlu bir beraberliğe doğru giden yolu keşfetmeniz mümkün. Televizyon programlarından evlenmekten daha insani olduğu da muhakkak.

Big Data artık hayatımızın her noktasında karşımıza çıkacak önemli bir 21. yy kavramı. Şundan herkes emin ki, geleceğin başarılı firmaları büyük veriyi görebilen, onları anlamlı bir şekilde bir araya getirebilen ve analiz eden firmalardan oluşacak.
devamını oku

22 Kasım 2014 Cumartesi

Cumartesi, Kasım 22, 2014 - No comments

IT Satıcılarına Taktikler

Satış taktikleri ile ilgili 250.000'den fazla kitap var.  Vereceğim bu öneri  ne yazık ki hiçbirinde yazmıyor. Bunu sadece blogu takip eden şanslı bir azınlık öğrenecek.  Önerim basit: Zamanında işeyin.

Sevgili satıcılar, müşteri ziyaretinden ayrılmadan önce çekinmeyin, utanmayın, mutlaka tuvalete uğrayın.  Dünyadaki IT satıcılarının %35'i böbrek rahatsızlıklarından mustarip. İdrar yolu enfeksiyonu olan sistit  IT'cilerin can düşmanı. Muhtemelen yakında, çiş tutma kaynaklı böbrek rahatsızlığının IT kaynaklı bir ismi de olacak.

Ziyaretten sonra kıvranarak otomobil süren, hele ki yoldaki kasislerden geçerken hayat muhasebesi yapan ve nihayetinde otoyol kenarında manzaraya karşı çöğdüren çok IT'ci bilirim. O benzinlikler ihtiyaç olduğunda asla çıkmaz karşınıza.
Ziyaretinizi yaptınız, çayınızı kahvenizi içtiniz ve "bana müsaade" deyip kalktınız.  Ayağa kalkınca müthiş bir baskıyla karşılaştınız. Adeta kapılar çılgınca çalınıyor, adeta Kızılırmak şahlanmış, önüne çıkanı yutuyor, adeta sebilden suyu fazla pompalamışcasına çaresizce bekliyorsunuz…

Ziyaret ettiğiniz müşteriniz sizi kapıya kadar geçirdi. "Eyvah, şimdi tuvalete girsem müşteri beni tuvalet önünde beklemek zorunda kalacak" demeyin.  Çekinmeyin, utanmayın, dalın tuvalete.  Ben bir lavaboya uğrayayım deyin, ayak yolu nerde, tuvalet, 100 numara, hela, kenef, memişhane,  abdesthane nerde diye sorun. Ne dediğinizin önemi yok, utanmayın. Yolda hallederim, şirkete kadar tutarım demeyin, gidin tuvalete.  Fora edin yelkenleri, kaldırın baraj kapaklarını, daha mutlu bir hayata merhaba deyin.

 O yüzden dikkat. Şimdilik satış taktiklerini unutun. O satışı yapabilmeniz için sağlıklı olmanız şart. Daha çok satış yapabilmek için zamanında işeyin.
devamını oku

18 Kasım 2014 Salı

Salı, Kasım 18, 2014 - No comments

Bilgi Çalışanı* Verimliliği ve Yöneticilerin Bilmediği Bazı Gerçekler

*Bilgi Çalışanı= Bilgisayarı ve telefonu olan tüm çalışanlar.

Bir arkadaşım çalıştığı işyerinde şunları yapıyor:

1) Web’de araştırdığı bir konuyu bilgisayarındaki word’e kopyalamak istiyor. Ancak  “biçimlendirmeden yapıştır/yalnız metni yapıştır”  özelliğini bilmediği için  web sayfasındaki tüm biçimsel format ve ıvır zıvırı Word’e aktarmaya çalıştığı için word’u kilitleniyor ya da yapıştırsa bile acayip bir renk ve formatta olduğundan onu diğer metne uyduramıyor. (20 dk)

2) Excel’de yaptığı bir rapordaki isimler küçük harfle yazılmış. İlk harflerini büyütmek istiyor. Arama motorunda “excel ilk harf büyütme formulu” yazıp gelen formülleri tek tek deniyor. Biri farklı dilde, birinin excel sürümü farklı, birinde formül çok karışık. Sonra dayanamayıp tek tek el ile düzeltiyor. (40 dk)
Sıradan Bir Ofis Günü
3) Bir PDF’i word’e dönüştürmeye çalışırken, Notebook’una onlarca zararlı yazılım kurup, saatler sonra PDF’in yarısını Word’e çeviren bir programı çalıştırabiliyor. Program öbür  yarısı için satınalma yapılmasını istiyor (40 dk)

4) Gününün 1 saati, o e-postayı bulabilmek, yarım saati dosya sunucusunda o sözleşmeyi/teklifi/ bulabilmek ile geçiyor.  O teklif bulunamıyor. Sıfırdan yeni bir teklif hazırlanıyor (60 dk)

5) Kullandığı CRM yazılımının Outlook takvimleri ile entegrasyonunu bilmediğinden , her yaptığı toplantı için CRM’de yeni bir kayıt açıp, tek tek katılımcıları oluşturup kaydediyor. (15 dk)

6) Katıldığı toplantılardaki zamanın yarısı birisini beklemek, dörtte biri dün akşamki maçı konuşmak, kalan dörtte biri de bu yapamadıkları toplantıyı ne zaman yapabileceklerini tartışmakla geçiyor. (60 dk)

7) Gün içinde çalan telefonların yarısında karşı taraf, “e-mail atmıştım, onunla ilgili dönüş alabilir miyim” diyor. (40 dk)

8) Her gün 3-4 defa üstünden onay/bilgi almak için, üstünün odasının önünde dakikalar geçiriyor.  Müsait zamanını denk getirebilmek için onun telefonlarını dinliyor. Bazen saatlerce beklediği oluyor.  (60 dk)

Senaryolar çoğaltılabilir. Dünya, üretim sektörlerindeki verimlilik konusuyla 60’lı yıllardan beri ilgileniyor. MRP,MRP2,ERP,ERP2 serüveni ile artık bugün tükettiğimiz her türlü üründeki her türlü maliyet kontrol altında. Marketten aldığımız yumurtadan hangi tavuğun ne zaman yumurtladığını bulabiliyor, giydiğimiz gömleğin üretim esnasındaki üzerine düşen elektrik maliyetini bilebiliyoruz. Kural net: En az girdi ile en fazla çıktı üretemezseniz rekabette hiçbir şansınız olamaz. Verimli olmak zorundasınız. O yüzden bir otomobil markası, 1 adet otomobili üretmek için 100’den fazla farklı tedarikçi ile çalışıyor. Herkesin derdi verimlilik.

Ancak üretim dünyasının eskiden beri uğraştığı ve artık çözdüğü diyebileceğimiz verimlilik, bugünün iş dünyasında ve ofis ortamında tam bir belirsizliğe dönüşüyor. Artık fabrikalarda çalışan işçilerden, madenlerde çalışan madencilerden fazla plazalarda çalışan ofis çalışanları var.  Bir adet notebook’u ve bir adet telefonu olan çalışanlara günümüzde “bilgi çalışanı” deniyor ve üstte birkaç macerasını saydığım bir bilgi çalışanının hayatı maalesef çok verimsiz.  Otomotivde çalışan bir  üretim çalışanının bir saatte sıktığı vida sayısı dahi bilinirken, bir ofis çalışanının o gün ne yaptığı gizemini korumaya devam ediyor. Patronların kafası çok karışık. “Yahu verdik hepsine bir notebook ve akıllı telefon ama, acaba Facebook’da mı sürtüyorlar, Twitter’da mı yoksa Linkedin de mi” diye tırnaklarını yiyorlar. Web takip yazılımları alıyorlar, Youtube’u yasaklıyorlar ama nafile. İş konusunda gayet çekingen olan bilgi çalışanı konu yasak delmek olunca değme hackerlara taş çıkartıyor.


Bu arkadaşım yasal kesintileri sigortası vb  giderler dahil brüt olarak 5.000 TL maaş alıyor.  İşvereni kendisine yılda  60.000 TL masraf ediyor.  Arkadaşımın işteki zamanının yarısından çoğu üstte saydığım senaryolarla zayi oluyor. 100 çalışanlı bir yerde, bu kaybolan zamanın yarısını dahi telafi edebilseydik yılda tam 3.000.000 TL’lik bir işgücü kazanmış olacaktık.  Bence bu üzerine odaklanmaya değecek kadar önemli bir tutar.


Elbette kabaca değerlerden bahsediyoruz. Verimlilik konusu ile ilgili çok sayıda çözüm bulunabilir. Profesyonel danışmanlık alabilir, iş sisteminizi değiştirebilir, kullandığınız yazılım/araç/ekipmanları değiştirebilir, hatta çalışanlarınızı dahi değiştirebilirsiniz.  Ama yasaklamak, kısıtlamak, gözetlemek bu çözümlerden biri değil maalesef. Tam tersi, global dünyanın kuralları/adetleri/davranışları ile uyumlu sistemler kullanmayı düşünmenin tam zamanı. Facebook kullanmayı çok seven çalışanınıza Facebook gibi bir iş takip yazılımı kullandırmalısınız. Akıllı telefon verirsem Twittercı olur diye korktuğunuz çalışanınız için tüm işlerini akıllı telefondan da yapmasını sağlamalısınız. Aldığınız binlerce dolarlık yeni yazılımların eğitimlerini çok dikkatli planlamalısınız.

Alınacak önlemler çok. Yeter ki niyet etsin insan, çok sayıda çözüm bizi bekliyor. Örneğin bunlardan biri olan Microsoft Office 365 çözümünü  ve üstte bir kısmını saydığım senaryolara karşılık gelen verimlilik ipuçlarını aşağıdaki videoda anlattım. Konuya ilgi duyanlara tavsiye ediyorum.

devamını oku

16 Kasım 2014 Pazar

Pazar, Kasım 16, 2014 - No comments

İçecek Ismarlama Şekillerine Göre Müşteri Türleri

Bir müşterinizi ziyaret ettiniz. "Merhaba, nasılsınız, iyiyiz" faslından sonra içeceklerin söylenmesine sıra geldi. İşte Kilo ile IT Satılır'dan büyük hizmet. İşte içecek ısmarlama tiplerine göre müşteri türleri potpurisi.

Ne içersiniz?
Dadaist müşteri tipi. Bilinemezci. Hiç ipucu yok. (Bir iki çeşit bari saysaydın iyiydi) Toplantı odaları büyük ve şık. Türk kahvesi içiliyor olabilir. Acaba bütçeleri var mı? Riske girmeyelim  (ee çay alayım ben)

Ne içersin, çay iç bişey iç.
Samimi biriyim ama ne bütçem ne de yetkim var. Beklentini  baştan düşük tut. Şirket  besin zincirinde epey aşağıdayım. Nescafe, türk kahvesi  falan deyip de içeride kriz yaratma.(Çay olur ya) Hem o anlattığın ürünü de biliyorum nefesini yorma hiç. Bir ihtiyaç olursa ben seni ararım zaten (aramadı)

Çay söyleyeyim mi?
Açık ve net iletişim. Ne istediğimi biliyorum, dinle yeter. (çay içeriz tabi)

Ne icersiniz, sıcak, soğuk?
İpuçlarını vereceğim mesajları iyi dinle. Herkese gülümseriz ama politik davranırız. Alıp almayacağımızı direkt söylemeyiz, sonuna kadar zorlarız ama ipuçlarını takip edersen alıp almayacağımızı  anlarsın. (ee çay alayım ben. Hayır soğuk ne söyleyeceğim zaten, çay bahçesine giden çocuk gibi kola mı söyleyeyim, Üç günlük yoldan gelmiş atlı gibi köpüklü ayran mı söyleyeyim, çay tabi ki)

<jilet gibi bir garson> Ne içersiniz efendim  Çay, Türk kahvesi ,  Latte, Espresso, Bitki Çayları, demleme ıhlamur …. 
Bütçe problemimiz yok. Kafanda bunlar x'liralık alırlar, o kadarlık anlatayım vb. satıcı klişelerine girme.  Bizi iyi anlayıp, ihtiyacımız olabilecek gerçek çözümü anlat. (espresso zehir gibi olandı di mi? ee, çay alayım ben)

<Otomatçılar> - Yalnız içeceklerimizi kendimiz alıyoruz. Buyrun otomata birlikte gidelim.
İşimizi biliyoruz. Sadece gerçekten ihtiyacımız olan ve bize verimlilik katabilecek çözümlerle ilgilenebiliriz. "Otomat var, bu firmada para boldur" diye hülyalara dalma sakın. (Aa, bardak mı koyacaktık altına, ben kendi veriyor zannettim, tüh. Neyse şuradan poşet çay alayım ben)

Türk kahvesi içer miyiz?
Söylediklerinizi gerçekten dinleyeceğim ve bununla ilgili kesin dönüşler yapacağım. Ancak vaktimi boşa harcamayın. İyi bir başlangıç yapalım. (orta olsun)

<Toplantı sonunda> aa, içecek ısmarlamayı da unuttuk.
a)Yeni başladım, b)Sizi istemiyorum, c)Anlattıklarınızla ilgilenmiyorum, d)Gerçekten unutkanım e)Hepsi

Karnın aç mi, sana kebap ısmarlayayım?
(Anaam?!?)

devamını oku

15 Kasım 2014 Cumartesi

Cumartesi, Kasım 15, 2014 - No comments

Why Mr Anderson?

"Orada olduğunuzu biliyorum. Sizi hissedebiliyorum. Korktuğunuzu biliyorum. Bizden korkuyorsunuz. Değişimden korkuyorsunuz. Gelecekte ne olacağını bilmiyorum. Size nasıl biteceğini söylemek için gelmedim. Nasıl başlayacağını söylemek için geldim. Telefonu kapatacağım. Ve sonra bu insanlara, sizin, onların görmesini istemediğiniz şeyi göstereceğim. Onlara bir dünya göstereceğim sizin olmadığınız bir dünya. Kuralların, kontrolün, sınırların ve sınırlamaların olmadığı bir dünya. Her şeyin olabileceği bir dünya. Buradan nereye gideceğinizi size bırakıyorum…"

Yazının başlığından da anlayacağınız gibi üstteki satırlar Matrix’den.  Neo, ilk filmin sonunda telefonda makinelere böyle seslenir.  Ben de klişe satıcılar ile klişe müşterilere aynı şekilde seslenebilirim sanırım diye düşünerek bloğuma böyle başlamayı uygun buldum.

İsmim Serkan Esen. 12 Senedir yazılım satıp, kâh proje lideri, kâh eğitimci, kâh tester, kâh destek uzmanı olarak yazılım projeleri ile haşır neşir oluyorum. Özellikle Microsoft çözümleri hayatımın büyük bir bölümünü kapsıyor. Evet… evet ben, nevi şahsına münhasır, güzide ülkemiz Türkiye'de bir IT satıcısıyım. (gözyaşları ve alkışlar…)

Şimdi de  Fight Club gibi oldu.  Populizmi seviyorum. Bence popülizmi  doğru algılayabilseydik, onu Mehmet Ali Erbillerin, Acunların elinden kurtarıp layık olduğu mertebeye eriştirebilirdik. Gene de hiçbir şey için geç değil.

12 Senedir yazılım projeleri satıyorum. Müşteri denen kutsal insanlar topluluklarına ziyaretlerde bulunup sohbetler ediyor,  topluluklara sunumlar yapıyorum. İşe ilk başladığımda çaydan nefret ederdim. Şu anda, ziyaretin ilk on dakikasında içecekler söylenmezse “sen bize çay falan söylemeyeceksin galiba”  deme tecrübesi ve genişliğine ulaştım. Hala çaydan nefret ediyor ama günde 5-10 bardak içiyorum. Bir çeşit meslek hastalığı.

Matrix’den alıntı ile başlamam boşa değil. İnternetin ilk yıllarından itibaren takma isimlerle bir çok sitede yazılar yazdım, hala da yazıyorum. En underground mecralarda dolaşıp, her konuda atıp tutsam da hala Facebook’da  kayıt olurken verdiğim fotoyu değiştirirken utanıyorum. Takma isimlerle coşarken, gerçek ismimle süt dökmüş kediye dönüyorum. Bu sosyal fobimi yenebilmek için üzerine gitmeyi uygun buldum.  Gerçek ismimle de bir şeyler yapabilmeyi deneyeceğim. Takma isimlerle yazdığım zamanki gibi özgür olamasam da sınırlarda dolaşacağımı düşünüyorum.

Sektörel  bir çerçeveden bir IT satıcısının günlüğünü okuyacaksınız. Çoğunlukla, humour uğruna abartılar ve deformasyonlar olacak. Nefret etsem de türkçe karşılıkları olmasına rağmen ingilizce kelimeleri kullanacağım.  Çünkü yazdıklarımın yeterince gerçek olmasını planlıyorum.  Arada bir ciddileşip çeşitli dergilere yazdığım gündem yazıları sayesinde seviyeyi düşürmemeyi de istiyorum. Umarım siz de benim kadar zevk alırsınız.
devamını oku