6 Eylül 2020 Pazar

Pazar, Eylül 06, 2020 - No comments

Can Doğancan

2008 yılında Turcom'dan gelen bir iş fırsatı vesilesi ile Bursa'dan İstanbul'a gelmiş ve bir mülakat odasında 150 kg'ın üzerindeki dev cüssesi ile kendisi ile tanışmıştım. Görüşmemiz olumlu geçmiş ve beni işe alınmam için GM'ye yönlendirmişti.  Böylece kendisi ile birlikte 7 yıl birlikte çalışacağımız Turcom maceram başlamıştı.

 Kendisini ilk gören herkeste olduğu gibi benim de onu görünce aklıma o soru gelmişti. "Bu adam bu cüssesi ile bu 7 katlı binada nasıl çalışıyordu, kendisine bu eziyeti neden yapıyordu?"

 Can Doğancan'ın bu şaşırtmacaları çalıştığımız sürece hiç kesilmedi. İnşaat mühendisliğinden IBM'de yazılım yöneticiliğine, Escort Bilgisayar Genel Müdürlüğünden, ekolay.net'in yaratıldığı Doğan Online'a, etkileyici tecrübesi ile bezeli iş hayatı,  dans etmeyi, konuşmayı, paylaşmayı, aksiyonu, yaşamayı seven renkli kişiliği ile kendisini tanıyanları hep hayran bırakmaya devam etti.

Hep diyet yapar, her ay yeni başladığı diyetini anlatır, ancak bütün diyetlerini birkaç hafta içinde bozup hayatını aksatan kilolarından kurtulamazdı.  Yemek yemek bir tutku idi onun için.  Yarı profesyonel bir gurme olarak lezzeti arardı her yerde. İş hayatı demek bir çeşit yemek yolculuğu aynı zamanda. Sadece onun için değil hepimiz için. Bu kadar stress ancak yemek masalarında biraz olsun katlanılabilirdi.  Sürekli firma firma, şehir şehir, ülke ülke gezmenin yorgunluğu oranın güzel ve eşşiz yiyecekleri ile giderilebilirdi. Can Doğancan bu akımın bayrak taşıyan temsilcilerindendi. O kiloları ile hiçbir ayrım yapmadan kendine göre lezzetli her şeyi yer ve yedikten sonra şaşkın şaşkın ona bakan insanları bu yiyeceğin (örneğin ali nazik olsun) aslında diyeti ile ne kadar uyumlu olduğu konusunda ikna ederdi.

Zeki ama buna rağmen uyumlu bir insandı. Tüm fiziki engellerine rağmen  yürür, merdiven iner çıkar, ayakta sunumlar yapar, geç saatlere kadar çalışır diğer çalışanlardan geri kalmazdı. Hep, bu kadar hareketli bir iş hayatı yerine kendisine daha uygun , daha az fiziki efor isteyen bir işe geçmesini konuşurduk.  Bekara kadın boşamak kolay. Onun çok ciddiye aldığı aile sorumluluklarını o dönem pek anlamazdım. Sonrasında onu tanıdıkça taşlar yerine oturmaya başlayacaktı. Çalışmak onu yaşatıyordu, diğer insanlarla aynı tempoda hatta daha fazla çalışmak onu motive ediyordu sanırım.

En son sanırım 2 sene önce yaptığımız "Bir büyük danışmanlık grubu" akşam yemeğimize şirkette teklif hazırlıyor olduğu gerekçesi ile katılamamıştı. Hiç yadırgamamıştık.

Komik bir adamdı. Onun da ilk göz ağrılarından Devekuşu Kabare'yi ikimiz de nerdeyse ezbere bilir, repliklerini iş hayatının en stressli zamanlarında söyleyip kahkahalarla gülerdik.  Genel Müdür gene takipteyse "Çan kulesinden gözleyenler var" deyip,  Durakta taksi yoksa "alo galaksi taksi araba yok" deyip, aptalca bir iş yapılacaksa "Galata Kulesini biliyor musun" deyip kahkahalarla gülerdik etrafımızda neden güldüğümüzü anlamayanların yüzüne yüzüne.  Esprileri, fıkraları, kahkahaları hiç bitmezdi.

Hem teknik hem de satış adamıydı. Hem matematik hem de sosyal zekası yüksekti. Herkes ile kısa sürede iletişim kurabilir, karşısındaki insana kendisini dinletebilirdi. Yıllar geçtikçe anlattığı konular, eski deneyimleri flulaşır biraz da neşesine göre yeni hikayelerle süsleyip başkalarını da buna inandırırdı.

Teknolojik aletlere bayılır, Telefon, fotoğraf makinası, modem, gps sürekli bir yerlerden elektronik aletler sipariş edip onlarla uğraşırdı.  

Ara sıra asabileşir, gereksiz takıntılara gark olurdu ama  kısa sürerdi sinirliliği. Etrafında ona anlayışla yaklaşan çalışma arkadaşlarına karşı hafif bir mahcubiyetle şekerinin düştüğünü açıklardı.

Kızını ne kadar çok sevdiğini, onu uyurken seyretmenin hayatındaki en güzel şeylerden biri olduğunu söylemişti bir gün. Kızım olunca onu daha iyi anladım.

Bir gün motorsikletlerden konu açılınca eski Harleycilerden olduğunu söylemişti. Eh Can Doğancan bu. Hafif abartır  bilirdik.  Belki bir harleyci arkadaşının yan kabinine falan bindiyse bir dönem… :)

 Daha sonra motorcu olduğu günlerden filinta gibi eski fotoğraflarını çıkarınca anlattıklarında abartma olmadığını anlamıştık. Ciddi bir motosiklet kazası sonrası uzun süre almak zorunda olduğu kortizondan dolayı kilolu hayata başlamış ve bir daha eski vücuduna ve sağlığına kavuşamamıştı.

 Tabuları yoktu, her türlü konuyu karşısındakini yargılamadan rahatça konuşabilirdiniz. Açık fikirli, özgürlükçü, Atatürkçü bir adamdı. Bir İstanbul beyefendisi gibi kibar ve zarif bir dünya  vatandaşı gibi renkli ve uyumluydu. Motorsiklet, şarap, puro, dans, fotoğrafçılık, resim, sinema saatlerce konuşabileceği konulardan sadece bir kaçıydı.  

alternatif
Balat'ta Gökkuşağı - Can Doğancan
Işıldayan Kış - Can Doğancan - Suluboya


(Resim ve bazı fotoğrafları için tıklayınız )

İlgi duyduğu konuyu tüm detayları ile araştırır ve öğrenirdi.  Bir ara gitara merak salıp şirketten sanırım Arslan Bey ile birlikte birkaç hafta gitar kursuna bile gittiğini hatırlıyorum hem de bir lise öğrencisinin heyecanı ve motivasyonuyla. Hep beraber gitar çalacaktık sonra… çalamadık. İş hayatının güçlü çarkları kolayca ezdi parçaladı incecik tahtadan yapılmış gitarlarımızı.

 Amy Macdonalt'ı çok severdi. Geçen ay attığı emailde Amy'nin yeni bestelediği bir şarkının gitar versiyonu atıp, "mutlaka dinle çok seveceksin" yazmıştı. Ne yazık ki kendisi vefat ettikten sonra açıp dinleyebildim ve dediği gibi bayıldım. Belki siz de seversiniz diye buraya da ekliyorum. 

(Sana kalbimden bir parça gönderiyorum ve bu yüzden asla ayrılmayacağız)

2 ay önce telefonda uzun uzun konuşmuştuk. Pandemi yüzünden popüler olan ateş ölçen termal kameraların satışıyla uğraştığını söylemişti. Nükleer felaket olsa gene satacak bir şeyler bulacaksın diye gülüştük. 

Dün onun da dahil olduğu whatsapp grubumuza "Can abimizi kaybettik" bilgisi düşünce  onunla ilgili onlarca flashback zihnimde üst üste çaktı. Hepsini gülerek, mutluluk ile hatırlayacağım onlarca anı. Grupta sürekli, "hadi bir araya gelelim, hadi toplanalım, hadi, içelim" lakırdıları geçmesine rağmen o son yemeği yiyemedik be Can Doğancan.  

Kendisinden çok ama çok şey öğrendim.  İş hayatı, yazılım, satış bir yana hayat tecrübeleri çok şey kattı tüm etrafındakilere. Can Doğancan'a Nazım Hikmet’in “yaşamaya dair” adlı şiirini çok yakıştırırdım. Yaşamak aceleye gelmezdi, büyük bir ciddiyetle yaşamak lazımdı.  (bkz: Yaşamaya Dair) Dünyanın en güçlü kalbine sahipti muhakkak. Başkasını 3-5 senede yatalak yapacak kilolarını onlarca yıl hiç şikayet etmeden taşıdı. Mutlu bir hayat yaşadığına inanıyorum. Meksikalılar gerçek ölümün seni tanıyan en son kişi de öldüğünde gerçekleştiğini söylerler. Böyle bakarsak daha uzun süre bizimle yaşayacak Can Doğancan. 

Seni çok sevdik Can Doğancan. İyi ki hayatlarımız birbirine deymiş, iyi ki seni tanımışız. Güle Güle. 

devamını oku

17 Mayıs 2020 Pazar

Pazar, Mayıs 17, 2020 - 4 comments

Kasiyerlerin Maaşlarına Göz Diken Dünya Devi

Başlığımız clickbait (tıklama tuzağı) bir başlığa benziyor haklısınız. Keşke hemen tıklamasaydınız. Bir tartıp, kısa bir muhakeme ile karar verseydiniz ancak ne yazık ki bu kararı verenin kim olduğunu bile net bilemiyoruz. Özgür irademizle vermediğimiz kesin gibi. (Meraklılar buraya)  Yani şu an bu sayfayı kapatsanız benim için hiç sakıncası yok gerçekten. Ancak madem tıkladınız ve paragrafın sonuna kadar da geldiniz bir beş dakika daha dayanın derim. Eminim sonunda memnun kalacaksınız. Kalmayan kişiler mesajla belirtsin, bir şekilde zayi olan 5 dakikayı tazmin etmeye çalışacağım.

Bütün dünyanın başına musallat olan Corona Pandemisi yüzünden insansız teknolojiler daha da konuşulur oldu.  2018'in ilk ayında ilk mağazası ile faaliyetlerine başlayan, kasasız/kasiyersiz alışveriş imkanı sunan Amazon Go şu an ABD'deki 26 mağazası ile sessiz sedasız büyürken ciddi bir genişleme adımı attı ve teknolojisini diğer marketlere de satmaya karar verdi. 

Amerikalılar durmuyor. Bize gene bilmiş bilmiş yazabileceğimiz bir konu daha çıkardılar. Ama durun önce biraz sövelim:

Ya Jeff Bozos sen kimsin ya? Biz seni 94 yılında garajında kurduğun kitap satma sitesi Amazon'daki kitap sever hallerinle biliyorduk. Hepimizin evde olduğu böyle zor zaanlarda bile virüs kapma pahasına çalışan kasiyerlerden, depoculardan, şoförlerden neden nefret ediyorsun? Yoksa çocukken bu meslek gruplarından biri ile kötü bir deneyimin mi oldu?  Şeytanla anlaşma mı yaptın? Bu meslek gruplarını bitirmeye yemin mi ettin? Bizler, yalnız ve güzel ülkemizde,  en büyük gücümüzü kullanıp, üremeye çalışıp, en az üç çocuk yapıp neredeyse memleketimizin her bir iline nasip olan yüzden fazla üniversiteden mezun olup BİM, A101, Şok gibi zincirlerde kasiyerlik yapalım, bu adam ise bizim üç kuruşluk maaşımıza göz diksin. Shame On You Jeff Bezos!

Öhm. Evet, sakinim.

Müşterinin, kasiyer olmadan kendi başına tüm satış sürecini tamamlayacağı alışveriş aslında yeni bir konu değil.  Ödeme teknolojilerinin gelişmesi ile son 10 senede çok ciddi aşamalar geçildi. Ki bu aşamaların Sadakat/Loyalty dediğimiz kısmında ülkemizin  hem öncülüğü hem de ciddi bir bilgi birikimi var. (Dünya daha kartlı sadakat uygulamaları nedir bilmez iken 90'lı yıllarda Advantage Card ile içinde bir çok markayı barındıran bir sadakat sistemi gayet başarı ile çalışıyordu) Bugün çoğu 3M Migros şubesinde (eğer alkol ve tütün ürünü almadı iseniz) hiç kimse ile muhatap olmadan kendiniz ödeme yapabileceğiniz jet kasalar var. Gayet güzel çalışıyorlar.  Yani kasiyerlerin maaşına Amazon'dan önce ödeme teknolojileri zaten göz dikmiş demek ki. Şu anda benim alışveriş yaptığım Migros'ta normal kasiyerli kasaların yanında 8 tane jet kasa  ve ona bakan tek bir kişi var. Yani aslında 7 kasiyer bu jet kasalar yüzünden işsiz diyebiliriz düz mantıkla.
Peki neden diğer kasiyerlerin de işsiz kalması gerekiyor?  Ne yapacak bunca genç? Ekmek parası? Fıtrat?

Mecburuz da ondan.  Amerikalı yazar Kurt Wonnegut'un  Player Piano (Otomatik Piyano) adlı eserinde, taa 1950'lerde sanki bugünleri görüp de anlattığı gibi, rekabet bizi buna zorluyor. Makineler (yapay zekayı da içine dahil ediniz) ve insanların savaşı aslında henüz çok ama çok yeni.  Otomatik Piyano'da neredeyse bütün işleri makinelerin yaptığı bir gelecek anlatılır.  Bu makinelerin yönetimi de yüksek eğitimli ve yüksek IQ'lulardan çok titiz olarak seçilen özel bir sınıf olan mühendis ve müdürlerdedir. Bunlar diğer büyük halktan yalıtılmış olarak nispeten lüks içinde yaşarlar. Asıl halk için artık yapılabilecek anlamlı bir meslek kalmamıştır. Popüler işlerden biri olan tamirci olmak da herkes tamirci olduğu için işe yaramıyordur.  Devlet  mühendis/müdür olamayacak kadar düşük IQ'lü halka iki seçenek sunar. Ya asker olurlar ya da devletin inşaat ordusunda yer alıp imar işlerinde fiziki güçleri ile çalışırlar.   Ancak artık gerçekte hiçbir iş yapmayan insanoğlu makineleri kıskanmaya başlar. Hayatının anlamını yitirir ve makinelere karşı bir isyana girişir.  Terminator, Ghost In The Shell, Matrix, Westworld sevdiğiniz eserler ise makineler ve insanlar arasındaki savaşın ilk ve başarılı örneklerinden biri için Otomatik Piyano'yu ısrarla öneririm. 

Konumuza dönersek, firmaların makinelere yani yeni teknolojilere ihtiyacı var.   Daha çok ve daha ucuza satabilmem için maliyetlerimi düşürmem, operasyonlarımı optimize etmem gerekiyor. Eğer kasiyerleri işten çıkarmazsam, kasiyerleri işten çıkarmış bir market ile rekabet edemeyebilirim. "E, şu anda kasiyerleri işten çıkarmış market yokken ne demeye çıkartıyorsun" diyecekleriniz olacaktır. -Olsun, potansiyeli var. Her an bu teknolojiyi kullanıp, bunu geliştirip kasiyerleri işten çıkarabilir. O yüzden ben ondan önce davranmalıyım. Kapitalizmin özü bu duyguda gizli aslında. Meksika açmazı gibi. Karşı tarafın ihanet edeceği olasılığını düşünüp ihanet etmek.

O kasiyerlerin üç kuruş diyebileceğimiz maaşları biz açgözlü tüketicilerin dişinin kovuğuna bile gitmese de artık geri dönüş yok.  Oyun çoktan başladı. Age Of Empires oynar gibi, çok hızlı bir şekilde gelişmemiz ve rakiplerimizi yenmemiz lazım. Oyunu kazanınca ne olacak şu anda kimse bilmiyor. Bunu da belki onyıllar sonra yaşayarak göreceğiz.  Kurt Wonnegut  gibi yazarlar bize bunu 50'li yıllarda dahi yazdılar gerçi ama kitap okumadığımız ya da bunun üzerinde düşünüp ihtimaller arasına almadığımız için bunu yaşayarak öğreneceğiz gibi gözüküyor.

Karamsar gözlüğümüzü kenara koyup baktığımızda ise teknolojik anlamda zaten keşfedilmiş  akıllı telefonlardan, Kredi kartlarından barkod/RFID/NFC gibi teknolojilerle bilgi okuma ve kolay ödeme sistemlerinin bir araya gelmesi ile oluşmuş, aslında yıllardır beklenen bir hareket diyebiliriz buna. Elbette somut haline gelmesi üstte anlattığımız distopya fikirlerini daha da gerçekçi kılıyor bir yandan.

94 yılında aslında sadece kitap satmak için bir Amerikan klasiği olarak evin garajında filizlenen ve kurulan Amazon bugün dünyanın en büyük online perakende firması. Biz Türkler nimetlerinden çok fazla faydalanamasak da Amerika'da evlerde Amazon'un verdiği ve sadece üzerine basarak otomatik sipariş verdiğiniz dash buton'lar  mevcut.   
Amazon bu sistemi birkaç basamak daha öteye götürüyor.  Kredi kartlarımızın tekelindeki ödeme sistemlerine akıllı telefonlar ile kendi alternatifini geliştiriyor. Müşteri deneyimini, tek tek barkod okutmak yerine, sadece raftan almak şeklinde kolaylaştırıyor.  Üstelik Just Walk Out (https://www.justwalkout.com/) dediği yapı ile bu teknolojiyi bedelini ödeyen süpermarket zincirlerine satmaya başladı.  Sadece girerken Kredi Kartınızı okutuyorsun. Ardından alışverişinizi yapıp hiç kimse ile muhatap olmadan yürüyüp çıkıyorsunuz. Sistem bir ürünü raftan aldığınızı ya da geri koyduğunuzu anlıyor. Alışverişten sonra ekstreniz email adresinize gönderiliyor. 
Bu topraklara ne zaman gelir bilemiyorum ya da Türkiye'ye geldiğinde BİM'in müthiş stratejisi ile baş edebilir mi  emin değilim. BİM'in stratejisi  ile kastettiğim şu: Biliyorsunuz Türkiye'nin en büyük cirolu ve en çok sayıdaki perakende zinciri BİM mağazalarında sadece 2-4 kişi çalışıyor. Onlar da  aslında sadece kasiyer değil aynı zamanda depocu, temizlik görevlisi, güvenlikçi gibi ek rolleri ile tam olarak joker çalışanlar. Muhtemelen bu çalışanların maliyeti bugün bu sistemin kurulum ve yaşatma maliyetlerinden düşüktür. Ama bu ne kadar sürer dersiniz?  Bu teknoloji yerelleşip ucuzlayınca ne olacak? A101, Şok ya da başka bir zincirin bu teknolojiyi uygulayıp maliyetlerini düşürdüğü noktada, yaklaşık 7500 mağazasında kabaca 3 kişiden en az 22.500 kişi istihdam eden BİM bu çalışanların 2/3'ünü kovar mı siz de bir düşünün?   
Cevap çok basit. Bugün asgari ücret + yol yemek gibi bazı yan haklar alan bir zincir market çalışanının işverene olan aylık maliyetini kabaca 5.000 TL olarak hesaplayalım. 22.500 kişinin bir yıllık maliyeti kabaca 1 Milyar 350 Milyon TL yani gene kabaca 225 Milyon USD yapmakta. Mağaza başına min. 30 Bin USD maliyet. Bence gerekli yatırımın maliyeti bu bedele yaklaştığı ya da yaklaşacağı öngörüldüğü noktada Kasiyersiz BİM mağazalarını görmeye başlarız.

Özetle Amazon ve aslında tüm yeni teknolojiler bilinçli ya da bilinçsiz olarak bize bir şeyler anlatıyor yıllardır. Elbette bu sistemde kasiyerlere gerek olmasa da hala rafları düzene koyacak ve bittiğinde yenileyecek çalışanlara ihtiyaç var.  Ama ne zamana kadar?  Bugün bile Amazon Lojistik merkezinde teslimat işlerini 200.000'den fazla robotla  yürütüyor.  (Kaynak  Boston Dynamics bant otomasyonlarının daha da ötesine geçerek amele  gibi kolileri kucaklayıp taşıma yapan robotları tasarlayalı yıl oldu. Geleceği siz düşünün. 

Bir yandan biz hala Bulut bilişim için "fazla kafa yorarsan sıyırırsın" diyen politikacılar tarafından yönetilirken dünya robotların dünyasında işsiz kalan insanoğlu için "Evrensel Temel Gelir" adından maaş dağıtmayı tartışıyor.  Kasiyerleri işsiz bırakan Amazon'u suçlamak artık işe yarar bir vizyon değil gibi. Pandemi dolayısı ile bu denklem daha da karmaşık hale büründü. Ucuz işgücü ile  nispeten medeni ülkelerin markalarının üretim cenneti haline gelen uzakdoğunun avantajı Corona yüzünden daha da tartışılır oldu. Lojistik olanakları ortadan kalkınca basit bir maskeyi bile vatandaşlarına ulaştıramayan batılı devletler bu olaylardan ciddi dersler çıkaracaklardır. Küresel dünya vizyonu yara aldı acaba kendini toparlayacak mı önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Peki  biz ne yapmalıyız?

-O da soru mu yahu, milli irademiz sandıkta ne karar verdiğini söyleyecek tabi ki, hele biraz daha sabredin. 
devamını oku

25 Şubat 2020 Salı

Salı, Şubat 25, 2020 - ,, No comments

Üç Harfliler


18 senedir yazılım teknolojileri ile hemhal olmuş bir satıcı olarak Üç Harfliler ile  ilgili tecrübelerim çok.  Üç Harfliler nerelerde olurlar, bir firmaya musallat olduklarında nasıl def edilir, hangi muskalar Üç Harfliler'de işe yarar, tüm tecrübelerimi anlatmak istiyorum.

Yıllardır onlarcası ile uğraştığım ve artık efsunlandığım için ben rahatlıkla telaffuz edebiliyorum ancak daha önce bu konularda tecrübesi olmayanların MRP, ERP, CRM, B2C, B2B, B2E, C2C, DMS, SCM, CEM, BPM, PMS,  ve daha nice Üç Harfli'yi ağzına bile almaması dolayısı ile onu çağırmaması gerekir.

Firma sahiplerinin korkulu rüyası olan bu üç harfliler musallat olduklarında firma kasasından yüzbinlerce Amerikan Doları götürmesi ile bilinirler. Bazı Üç Harfliler'de bu rakamlar milyon dolarlar seviyesine dahi çıkar.

Eğer firma olarak iş tanımlarınız, iş süreçleriniz, iş kültürünüz yeterince net ve verimli değil ise size musallat olması çok muhtemel olan bu Üç Harfliler'in en önemli özelliği biri musallat olduğunda diğer Üç Harfliler'i de firmaya davet etmeleri ve yerleştikleri kuruma iyice kök salmalarıdır.

Peki patronların bu kadar çok ürktükleri Üç Harfliler'in verdikleri maddi hasar dışında hiç yararlı bir etkisi yok mudur?

Bu sorunun cevabında muhtelif görüşler mevcut: Bazı görüşlere göre, bazı Üç Harfliler'i doğru kullanırsanız size gelecekten haber bile verdikleri olur. İleride neler olacak, o siparişi doğru zamanda yetiştirebilecek miyim? Büyüyüp yeni şubeler açacak mıyım? Müşterilerimi kaybedecek miyim gibi çok kritik soruların cevaplarını Üç Harfliler'den tıkır tıkır alıp hamlelerini buna göre atan bir çok kurum olduğu bilinmekte. Büyük global firmaların başarısını bu Üç Harfliler'in desteği ile açıklayan çok yaygın görüşler bulunmakta. Siz istediğiniz kadar çok çalışın kaliteli ürünler ve hizmetler üretin Türkiye dışına çıkamazken, sizin üçte biriniz kadar insan gücü ile, çok daha az çalışarak bütün dünyayı haraca bağlayan firmaların bu olağanüstü başarısını başka bir şekilde izah etmenin mümkünatı da yok zaten.
Üç Harfliler'i Öttüren Firmalar 

Peki ne yapmalıyız?

Global firmalara bakıp bu Üç Harfliler'i nasıl amacımıza uygun kullanırız öğrenmeli mi yoksa hiç bulaşmamalı mıyız? Gerçek şu ki, bugün artık bu Üç Harfliler'e bulaşmamak pek mümkün değil.  3-5 kişilik bir firma iseniz Üç Harfliler'den korunmanız olası gözükse de, onlarca ve hatta yüzlerce kişinin çalıştığı bir firmada, sadece bir çalışanın, herhangi bir toplantıda fısıltı ile bile olsa söylediği  ya da tahtaya çizdiği bir Üç Harfli ismi, ilgili Üç Harfli'nin size musallat olması için yeterlidir. O fısıltı ve beraberindeki musibet tüm kuruma departman departman yayılır. Kısa zamanda en kendi halinde, en vur ensesine al lokmasını diyebileceğimiz, IK, Muhasebe gibi departmanlar bile o Üç Harfli'nin adını gün aşırı zikreder duruma gelir. Üç Harfliler artık kuruma sirayet etmiş, çalışanları etkisi altına almıştır. Adeta kendilerini bir kurtarıcı gibi pazarlayıp algılarla oynarlar. Üç Harfliler gelecek dertler bitecek, firma şahlanacaktır. Üç Harfliler sayesinde yeni süreçler, yeni pozisyonlar, yeni departmanlar kurulacak ve maaşlar artacaktır.  Bu aşamadan sonra Üç Harfliler'e karşı doğuştan gelen bir korunma muskasına sahip patronların bile artık yapacakları bir şey kalmamıştır. Üç Harfliler patron tarafından davet edilir ve artık geri dönülemez süreç başlar.

Tabi her şeyde olduğu gibi bu Üç Harfliler de yekpare değil, çeşit çeşitler. Kabile kabile ayrılıyorlar. Çok tehlikelileri, kincileri, yalnız belirli  departmanlara bulaşanları, çok pis çarpanları, ayakları ters olanları, belirli etkilere sahip olanları  var. Örneğin Enterprise dediğimiz en gaddar üç harfliler kabilesinden bir Üç Harfli firmanıza musallat oldu ise vay halinize.  CEO'dan şirketin çaycısına herkes bu Üç Harfli'nin kontrolüne girer. Artık Firma'daki her türlü karar Üç Harfli'nin insafına bağlıdır.  Ne kadar üretim yapacağımızı da, işe kimleri alıp kimleri kovacağımızı da, yazacağınız e-postayı nasıl göndereceğinizi de O belirler.  Tüm çalışanların ne yaptığını Münker ve Nekir gibi sürekli izler ve not alır.  Yazdıklarımızdan, yaptığımız toplantılara, üretimde kaç vida sıktığımızdan saat kaçta, kaç dakika sigara molasına gittiğimize kadar bilirler. Bize şah damarımızdan daha yakındırlar.  

Peki ne olacak şimdi?

Cevabı kolay. Eğer doğru Üç Harfliler'i davet ettiniz ve yukarıda bir kısmını saydığımız, Üç Harfliler'e özel bu süreçlere hazırlıklı iseniz ecnebilerin yaptığı gibi Üç Harfliler'i amacınıza uygun kullanıp onların bu olağan üstü özelliklerinden  faydalanabilirsiniz. Bunu yapan çok firma tanıyorum. Bu büyük sorumluluğu hazmetmeden, gerekli altyapı çalışmalarını yapmadan "ooh, biraz paramız gidecek ama geleceği de göreceğiz" gibi hesaplarla Üç Harfliler'i çağırıp çarpılan bir çok firma tanıdığım gibi.
Kameralara Yakalanmış Bazı Üç Harfli Çarpma Vakaları

Bana çok gelen sorulardan biri de bize musallat olan Üç Harfliler'den nasıl kurtulacağımız. Piyasada maalesef bu zor durumlardan nemalanan bir çok Üç Harflici Hoca'nın formülleri dolaşmakta. Muhasebe departmanından alınan bir yazıcı kartuşu, bir maaş bordrosu, üretimdeki PC'nin klavyesinden sıvazlanan bir miktar yağ, bir 19" monitor, 2 mt kullanılmış cat5 kablosu, 1 adet Microsoft Office lisans anahtarını bir kazanda yarım gün haşlayıp suyunu tüm çalışanlara içirmeler. Üç Harflici bir danışmanın firmaya gelip her  haftanın bir günü Üç Harfli çıkaracağım diye firma yöneticilerini kucaktan kucağa oturtması gibi çağ dışı bir çok yöntem.
Sahte Üç Harflici Danışman
Ancak gerçek şudur ki, bir Üç Harfli kuruma nüfuz etmiş ise onu ancak başka bir Üç Harfli çıkarabilir.  Yani Üç Harfliler'den gerçekte kurtulamazsınız. Sadece başka bir Üç Harfli'ye terfi edebilirsiniz. Kısacası Üç Harfli'nizi amacınıza uygun kullanmak elinizde. 



devamını oku